Türk Adının Anlamı ve Kökeni

Türk adı bilinen tarihimiz içinde değişik zamanlarda bazen siyasî bir devlet adı, bazen de etnik bir millet adı olarak kullanılmıştır.
Türk sözünü Türk Devleti'nin resmî adı olarak ilk kullanan Göktürk İmparatorluğu olmuştur. Göktürkler'in ilk dönemlerinde Türk sözü bir devlet adı olarak kullanılmışken, sonradan Türk milletini ifade için kullanılmaya başlanmıştır. Kelime, Göktürk kitabelerindeki "Türk Budun" yani "Türk Milleti" söyleyişi ile, Türk soyuna mensup olan bütün boylan ve topluluklarını ifade etmek üzere milli bir isim haline gelmiştir.
Türk adı önceleri, "Törük" şeklinde söylenirken, zamanla "Türük" ve sonuçta da "Türk" şeklini almıştır. Özellikle Uygurlar çağından kalma belgeler, kelimenin "güç, kudret" anlamına geldiğini göstermektedir.

Türk adı, Çin'de (557-579), Bizans'ta (582), Arap (600'e doğru), Rus, Hint, Fars ve Avrupa kaynaklarında çeşitli şekillerde zaman zaman dile getirilmiştir.
İlk olarak "Turkhia" şeklinde Bizans kaynaklarında gördüğümüz "Türkiye" sözü de coğrafî bir isim olarak, değişik yüzyıllarda Türk milletinin yaşadığı coğrafyayı ifade için kullanılmıştır.

Türkiye sözü VI. yüzyılda Orta Asya için, IX. X. yüzyılda Volga'dan Orta Avrupa'ya kadar olan saha için, XIII. yüzyılda "Türk Kölemen (Memlûk) Devleti" zamanında Mısır ve Suriye için kullanılmıştır. Anadolu ise XII. yüzyıldan itibaren "Türkiye" olarak isimlendirilmiştir.

:::::::::::::::: 9 IŞIK ::::::::::::::::::::::::::



1 -Milliyetçilik
2 -Ülkücülük
3 -Ahlakçılık
4 -İlimcilik
5 -Toplumculuk
6 -Köycülük
7 -Hürriyetçilik Ve Şahsiyetçilik
8 -Gelişmecilik Ve Halkçılık
9 -Endüstri Ve Teknikçilik
VARLIĞINA, BİRLİĞİNE, YÜCELERİN EN YÜCESİ OLDUĞUNA İMAN ETTİĞİMİZ, ALTIMIZDA YAĞIZ YERİN, ÜSTÜMÜZDE YEDİ GÖĞÜN SAHİBİ OLDUĞUNA İMAN EDİP, İNANDIĞIMIZ, OL DEYİNCE OLDURAN, GÖNÜLLERİMİZİ İMAN NURU, TÜRKLÜK ŞUURU İLE DOLDURAN, ULULAR ULUSU, YÜCELERİN EN YÜCESİ ALLAH(C.C.)'IN ADINA AND OLSUN Kİ :

DİNİM, IRKIM, TÖREMİN BUYRUĞUNDA ÜLKÜCÜLER ORDUSUNUN RÜTBESİZ, ADSIZ ERLERİYİZ..ECDADIMIZIN BİZE EMANET ETTİĞİ HARSIMIZI, DİNİMİZİ, DİLİMİZİ, VATANIMIZI, BAYRAĞIMIZI CAN VE KAN PAHASINA DA OLSA KORUYACAĞIZ.ÜLKÜMÜZ HEDEFİNE VARINCAYA DEK: İSLAM AHLAK VE FAZİLETİNİ TÜRKLÜK GURUR VE ŞUURU İLE YÜRÜYECEĞİZ..BİZLERİ BU KUTLU YOLDAN DÖNDÜRMEK İÇİN ÖNÜMÜZE ÇIKAN HER ENGELİ AŞACAĞIZ! BEŞ BİN YILLIK GEÇMİŞİMİZDEN GÜÇ ALIP, YÜZYILLARIN ÖTESİNE VARACAĞIZ..ULU TANRI'NIN BUYRUĞU İLE, OĞUZ HAN'IN KURDUĞU BOZKURTLAR ORDUSUNUN ERLERİYİZ..SON NEFESİMİZİ, SON NEFERİMİZİ, SON DAMLA KANIMIZI VERENE KADAR, MİLLETİMİN DÜŞMANLARINI KARA YERE SERENE KADAR VURUŞACAĞIZ..ALLAH'Â, BAYRAĞA, VATAN'Â VE MİLLETE YEMİN OLSUN..ŞEHİTLERİM, GAZİLERİM VE BAŞBUĞ TÜRKEŞ'İM EMİN OLSUN..
BAŞARACAĞIZ.. BAŞARACAĞIZ.. BAŞARACAĞIZ..

TANRI TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN..

29 Aralık 2008 Pazartesi

GÖKBAYRAĞIN YOLBAŞÇISI




İnsanlar vardır doğar yaşar ve ölürler…

İnsanlar vardır yaşarlar mücadele adamı olurlar, isimleriyle isimsiz kahraman olurlar..

Ve İnsanlar vardır ki doğarlar yaşarlar ölürler ama dünyaya geldiğinde kendileri ağlarken vefat ettiğinde geride alemi ağlatırlar.

Tarihe mührünü vurup da giderler…

İşte bu acizane kaleme aldığımız satırlara konu olan İsa Yusuf Alptekin Bey’de tarih sahnesine mührünü vurup gitmiştir.

Türk dünyasında kimi yerde Türkiye’de Başbuğ Alparslan Türkeş olarak çile yumağı ile boğuşarak Türk illerine sevda beslemişlerdir.

Azer illerinde azatlık diyerek Ebülfez Elçibey olmuşlardır…

Doğu Türkistan davasının yolbaşçılarından İsa Yusuf Alptekin olurda giderler Yüce Yaradana.

Ve tarih sahnesinde Türkün adını her defasında altın harflerle yazdıran şahsiyetlerin hepsi idealist insanlardır.

Ne güzel söylemiş söyleyen ancak ve ancak İdeal Sahibi Şahsiyetler “Kahraman” olurlar.

1901 yılında Türk Coğrafyasının güzide bir şehri olan Kaşkar’da çiftçilikle iştigal eden bir ailenin evladı olarak dünyaya gelen İsa Yusuf Bey hiçbir zaman milleti için mücadele azminden geri kalmamıştır.

Bunun en güzel örneği 1991 yılında ziyarete gelen bir gurup milliyetçi mütefekkire “''90yaşındayım gözlerim görmüyor, ama mücadele azmimden ve vatana bağlılığımdan hiçbir şey kaybetmedim.” Sözleriyle yüreklere neşretmesi bu yaştaki bir insanın azminin, kararlılığının ve kahramanlığının beyinlere nakşedilişi olarak işlenmiştir.

Her şart ve zeminde Doğu Türkistanın Hürriyeti ve Mücadelesi için mücadele veren hayatını Doğu Türkistanın Hürriyetine adayan bu değerli şahsiyet kah yeri gelmiş Çin’de bunun mücadelesini vermiş kah sürgünleri yaşamıştır.

Mücadelesine ata yurttan ana yurda taşıyan İsa Yusuf Alptekin 1954 yılında Türkiye’ye yerleşmiş buradan mücadelesini daha geniş zeminlere duyurmak için bir an durmadan mücadelesine devam etmiştir.

Bu mücadele adamının Doğu Türkistanın mücadelesini duyurmak üzere kaleme aldığı “ Esir Doğu Türkistan İçin” isimli eseri her Türkün okumasını tavsiye ediyorum.

Çizdiğiniz yoldan gösterdiğiniz hedeften bir an olsun şaşarsak;Gök Girsin Kızıl Çıksın.Ruhun Şad Olsun…

Bey oğlu Bey…

İsa Yusuf Bey…

SEZER YOZGAT

Bu Makaleyi Ülkü Ocakları Genel Merkezi Resmi İnternet Sitesi www.ulkuocaklari.org.tr

Ana Sayfasından da Ulaşabilirsiniz.

ULKUCU KIMLIK





Türk varlığına düşman sayısız güç karsısında tek basına mücadele edenülkücülerin,mukavemeli çeşitli oyunlarla istenmektedir.

Ülkücüdeki iman,azim bilgi ve tecrübe yalnızca Türkiye'yi değil bütünüyle dünyayı nizama sokabilecek bir seviyedeyken bu müthiş kuvvet kendine çevrilmek suretiyle zaata uğratılmaktadır.

-Bir cezaevi idaresinin mahkumları birbirine düşürüp rahat etmesigibi-Bu sinsi ve planlı çalışma, aramıza sokulan köstebekler ile içimizde yetişen cahil dostlar vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir.

İslâm ahlakıyla ahlaklanıp, Türklük şuuruyla donanan ülkücülere davanın nihaî hedefine ulaşma azmi verilmelidir.

Günlelik işlerle oyalanacak zamana sahip degiliz.

Bizdeki muazzam gücü zayıflatmaya ve başka yönlere çevirmeyeçalışanlarakarşı ülkücü firasetini gösteremezsek Arif Nihat'ın dediği gibi ;

''Biz,buırmağın kıyısında çok bekleriz....

''Bizimle uğraşan odaklara kendi silahları ile karşılıkvermeliyiz."

Daima ülkücüler üzeribe dikkati çekerek kendilerini işiniçinden sıyırmayı dahadogrusu, iç meselelerini bizi kalkan yaparak örtmeye çalışan cemaat,parti ve diğer gruplara bizimle uğraşmaya zaman ve fırsat bulamayacaklarını bilgilendirmeliyiz.

Türkiye'nin içinde bulunduğu vahim duruma bugün çare bulunmazsa yarın kurtulacak bir millet ve yükseltilecek bir devlet bulamayız.

''illim illetidim,ilim şimdi hani, kimi ili kazanıyorum.

Kağanlı millet idim Kağan'ım hani.

Ne Kağana işi,gücü veriyorum'' dememek için ülkücü kimligimizi muhafaza etme zaruriyetini su içmek,yemek yemekten daha elzem görmek zorundayız.

Alikıran baş kesen kılıkların postal gıcırtıları Anadolu'yu sararken,imanadoğuştan düşman küfür keneleri İslami bu topraklardan sürgün etmeyeçalışırken Liderimiz, Türk millerinin bekası için hak yolda geridönmemek üzere bir mücadele başlatmıştır.

İftiraya uğramış,Zulmedilmiş,Hakkı gaspedilmiş,İhanete marus kalmış,Yalnız bırakılmış,Kellesi istenmiş,AMA daima şerefini muhafaza etmiştir.

İğneyle kuyu kazarcasına emek sarfedip bir gençlik meydanagetirmiş.

''Hepiniz tertemiz bayraksınız,bayrağı lekelemeyin, kirletmeyin,yeredüşürmeyin!''

talimatı verdiği bu gençlik Allah'a kulluk ,nefsehakimiyet,millete hizmet hususunda alnının akı ile imtihanıvermiştir.

Kurşun ve iftira sağanağına tutulan hareketin en olumsuz zamanlarındabilesarsılmadan ayakta duran lideri olan sayın Türkeş, Türk-İslam Ülküsünü iktidar yapmanın gayreti ile çalırken günlük palitikalara tenezzül etmemiştir.

Oy kaygısı taşımadığı için fikirleri çok geç anlaşılmış ve kabuledilmiştir.

Bataklık içinde sineklerin vızıltısı kelak incitirken onunmeseleçıkarmak yerine çözüm getirmek özelliği her zaman ihtişamla devamedecektir.

O ki''Benimle dava arkadaşlığı edecekseniz herşeyden önce yüksek vasıflı Türk olmaya mecbursunuz'' diyerek kendisine gönüldaşlık ahlak yüceliğine sahip olmaları gerektiğini işaretetmiştir.

Türk milletinin kaderini ilgilendiren davanın aynı ölçüde temizi sağlam,inançlı,bilgili,yılmaz şahıslara ihtiyaç vardır.

Atalarımızın''Bir kötünün kırk mahalleye zararı dokunur'',

''Bir uyuz keçi sürüyü pisler'',

''Bir baş soğan bir kazanı kokutur'' sözlerini esas alıcak olursak ''ÜLKÜCÜYÜM'' dediği halde ülkücülük vasıflarından nasipsizlerin hareketimize verdikleri zarar idrak ederiz.

Şahısların yanlış hareket ve sözleri dava sırtına kambur olur.

Davamıza hasım bazı teşekküllerin bu gibi olumsuzlukları daima aleyhimize propaganda malzemesi olarak kullanılacaklarını da hesap edersek menfi halleri olan arkadaşlarımızın dikkatinin çekilmesinin lüzumunu anlarız.

Davanın teoriği Ocaklarda,pratiği sokaklarda yapılır.

Her ülkücü bilgi ve yaşayışındaki eksikliğini/hatasını Ocaklarda tamamlamak/temizleme koşuluyla hareket etmelidir.

Mükemmel davanın gıpta edilen ferdi olmak her ülkücü için başkasına havale edilemeyecek bir vazifedir.

Vazifedir zira ÜLKÜCÜyümdemek bazı şeyleri omuzlamak, bazı şeylerden feragat etmek anlamını taşıyan bir sözdür.

Bu sözleşme dahilinde her ülkücü imzasının şerefini muhafaza etmek mecburiyetindedir.

Ülkücü,''ÜLKÜSÜNÜN ADAMI'' olduğu zaman görülecektir ki bir güneş bütün karanlıkların gözünü kamaştırmaktadır...

Noel Bayramın'ın Öyküsü

İnanabilir misiniz, yüzyıllardır Hıristiyanların İsa'nın doğuşu olarak kutladığı Noel bayramının, çok eski Türklerin yeniden doğuş bayramı olduğuna?
Nereden nereye, inanılacak gibi değil, değil mi?
Ben de ne yazık ki, yeni öğrendim.
Bu senenin galiba ilk başlarında idi Adnan Atabek imzalı bir e-mail aldım.
Çok ilginç gelmişti, Hıristiyanların Noel bayramını tamamıyla Türklerden almış olduğunu gösteriyordu.
Fakat üzerinde durmaya vaktim olmadı, hem de Noel zamanına doğru ele almayı düşünmüştüm. Bu arada Türk devletlerinden başka birilerine aynı konuyu bilip bilmediklerini sordum.
Bana İran'ın Azerbaycan bölgesinden İsmail Bey'den yanıt geldi, verdiği yanıt birebir aynı olmasa da çok uyduğunu gördüm.
Olay şöyle:Türklerin, tek Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, yerin göbeği sayılan yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı bulunuyor.
Bunun tepesi, gökyüzünde oturan Tanrı Ülgen'in sarayına kadar uzanıyor, buna hayat ağacı diyorlar.
Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde görebiliriz.
Ülgen, insanların koruyucusu, o sakallı ve kaftan giymiş olarak sarayında oturuyor ve geceyi, gündüzü, güneşi yönetiyor.
Türklerde güneş çok önemli.
İnançlarına göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık'ta gece gündüzle savaşıyor.
Uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor.
Güneşin yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor Türklerde.
Bayramın adı Nargudan, nar=güneş, tugan, dugan=doğan. Doğan güneş.
Astronomik olarak o günden itibaren geceler kısalmaya, günler uzamaya başlıyor.
İşte bu güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük şenliklerle akçam ağacı altında kutluyorlar.
Güneşi geri verdi diye Ülgen'e dualar ediyorlar.
Duaları Tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar, dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrıdan.
İnanca göre bu dilekler muhakkak yerine geliyormuş.
Bu bayram için, evler temizleniyor.
Güzel giysiler giyiliyor.
Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar.
Yaşlılar, büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor, aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar. Yedikleri; yaş ve kuru meyveler, özel yemek ve şekerleme.
Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır, uğur gelirmiş.
Yazılana göre akçam ağacı yalnız Orta Asya'da yetişiyormuş.
Filistin'de bu ağacı bilmezlermiş.
O yüzden bu olayın Türklerden Hıristiyanlara geçtiği ve bunu da Hunların Avrupa'ya gelişlerinden sonra onlardan görerek aldıkları söyleniyor.
İsa'nın doğumu ile hiç ilgisi yok.
Doğum, güneşin yeniden doğuşu.
Meydan Larousse'da, İsa evrenin nuru olarak algılanıyor ve bu olayın Pagan halklardan alınıp İsa'ya yakıştırıldığı yazılıyor.
İnternette yazılanlara göre, İmparator Konstantin (324-337) zamanında İznik' te toplanan konsülde, 22 Aralık'ta güneşin doğumu için yapılan bu Pagan Bayramı'nı İsa'nın doğumu olarak 24 Aralık'a alınıyor ve Noel Bayramı deniliyor.
Batı kilisesi ise, yani Katolikler 25 Aralık'ta kutluyorlarmış bunu.
Çam süsleme ise ilk 1605'te Almanya'da görülüyor, oradan Fransa'ya geçiyor.
Ne kadar ilginç değil mi?
Batı, en büyük bayramını göçebe, ilkel olarak tanımladığı Türklerden yürütmüş.
Yeni yapılmakta olan çalışmalarla Batı'ya Türklerden kimbilir daha nelerin geçtiği ortaya çıkacak?
Belki de yazının ve dillerin anası Türkler olduğu kanıtlanacak.
Muazzez İlmiye Çığ
18.12.2007

Minyatür


Latince "kırmızı ile boyamak" anlamına gelen miniare kelimesinden türemiştir.
Bir kitapta konu başlıklarını minium, yani sülyen ile belirginleştirmeye miniare denirdi.
Zamanla metni süsleyen resimlere de minyatür dendi.
İranlılar ve Türkler bu tarz resme "Nakış resim" veya "Hurde nakış" demişlerdir.
İnsan denen varlık, yaratılışından bu yana iç dünyasından yükselen şiddetli bir arayışla, hep "en güzel olana" erişebilmenin hasretini çekegelmiştir.
Bu hâl onda köklü bir sevdaya dönüşmüş ve insan, aradığı güzeli dış dünyada bulabilmek için sonsuz bir çaba sarfetmiştir.
Âdeta "kara sevda"ya dönüşen bu arayış, insanın dış dünyayı daha bir dikkatli seyretmesini ve iç âleminde en güzelin farklı bir tecellisiyle karşılaşmasını beraberinde getirmiştir.
Bilim adamı, bu olguların nesnellik payını yakalamaya çalışırken; daha öteleri sezerek başka dünyaların sonsuz boyutlarına ulaşabilmek, sanatçının vazgeçilmez tutkusu olmuştur.
Böylece sanatçı; iç dünyasında barındırdığı en güzeli, doğruyu ve gerçeği toplumla paylaşmakta, büyük bir iftiharla beğenisine sunmaktadır.
Kimi sanatçı eline tuvalini alarak en güzelin manzarasını resmetmekte, kimi de küçücük kağıda, ipek kumaşa incecik fırçayla minyatürler çizerek son derece gerçek bir dünyayı, rüyalar ülkesinin en güzelini bir anda bize hediye etmektedir.
Geleneksel Türk sanatlarının en önemli türlerinden biri olan minyatür; bize yüzyıllardan beri çok boyutlu güzellikler sunan, nakkaşlarını çok uzun bir zaman diliminde yetiştiren, mükemmeli aramada çok büyük ve görkemli bir saha, sanatkârın engin ruh dünyasından alınan muhteşem bir kitaptır.
Eski el yazması kitaplara boya ve yaldızla gayet dikkatli ve ince olarak eski usulde yapılan küçük ebattaki resimlere ve ayrıntıları renkli olarak gösterilen küçük boy portrelere minyatür denir. Minyatür, hikaye, şiir ve tarihin canlı bir türemesidir.
Bir minyatüre bakıldığında, o eseri ortaya koymuş olan sanatkarın içinden yetiştiği cemiyetin ahlâk ve medeniyetini, o devir insanının giyiniş tarzını ve tarihî hadiseleri günümüze kadar getirdiği görülür.
Minyatür denilince resim sanatında olduğu gibi aklımıza portre, manzara vs. kavramlar gelmektedir. Minyatürün en önemli özelliği perspektifin olmamasıdır.
Minyatür ustası, ön planda tutmak istediği figürü daha büyük bir şekilde ve daha detaylı olarak boyayabilir.
Minyatürü yapılacak konu tespit edildikten sonra konunun içeriğine göre en önemli kişi veya objenin merkez olduğu bir sistem içinde diğer elemanlar hiyerarşik bir düzende yerleştirilir.
Işık gölge kaygısı olmadan anlatılmak istenen konudaki bütünlüğü bozmayacak şekilde tüm obje veya kişiler birbirini kapatmayacak düzende çizilir.
Yardımcı motiflerle (ağaç, çiçek, dağ, yer bitkisi gibi) zenginleştirilir.
Minyatür boyanırken eğer altın sürme olarak yapılacaksa parlatma sırasından boyaların bozulmaması için önce altın sürülür, parlatılır.
Ufuk hattı denilen dağ, tepe gibi gökyüzü ile sınır teşkil eden bölümden başlanarak tercih edilen renklerle boyanmaya devam edilir.
Minyatür sanatıyla ilgilenen kişinin tezhib bilgisi, daha doğrusu tezhib tasarımı bilgisi mutlaka olmalıdır.
Osmanlı Minyatür sanatının bütün güzelliği minyatürde kullanılan elbiselerin, çadırların, halıların, hatta duvarların tezhib gibi boyanmasındandır.
Tezhibteki çarpıcı renklerin ve helezonik çizgilerin en kalıplaşmış minyatüre bile canlılık verdiğini görmemek mümkün değildir.
Bugün kullanılan malzemeler eskiye oranla çok çeşitlidir.
Fakat kimyevi malzemelerden elde edilen boya ve kağıtların dayanma süresi sınırlıdır.
Eski yazmaların günümüze kadar bozulmadan gelmesinin sebebi tamamiyle doğal malzemelerden yapılmış olmalarındandır.
Bugün değişik Üniversite, özel kurumlar, kuruluşlar ve kişilerce minyatür dersleri verilmektedir. Bu eğitim kurumlarında çok iyi yönde olan sanatçılar yetişmektedir.
Umudumuz bütün geleneksel sanatlarımızla birlikte çağdaş minyatür sanatımızın da dünya Kültür ve sanat platformunda gereken yeri almasıdır.
Minyatür Sanatının Ortaya Çıkışı 8.ve 9. yüzyıla ait olan ve Turfan bölgesinde Hoço, Bezeklik, Sorçug gibi Uygur merkezlerinden günümüze gelmiş Türk resim sanatının örnekleri arasında, duvar resmi ve figürlü işlemelerin yanında minyatürler de bulunmaktadır.
Türklerin İslamiyeti kabul etmelerinden önceki devreye ait yazmalardaki minyatürler, Uygur prens ve prensesleri ile Mani ve Uygur rahiplerini canlandırırlar.
Çeşitli kültür ve dinlerin etkili olduğu bir ortamda yapılan bu minyatürlerin üslupları çok zengindir ve farklılıklar gösterir.
Türk minyatür sanatının 13. yüzyıla kadar olan gelişimini gösteren daha sonraki örnekler ne yazık ki, kaybolup gitmiştir.
Minyatür sanatı Orta Asya'da ortaya çıkmıştır.
Tarihi,Türkler'in Orta Asya'da dünya sahnesine çıktıkları devirlere kadar uzanmaktadır. Minyatürün öz kaynağı ve temsilcileri ise Uygur Türkleri'dir.
Orta Asya'da yapılan kazı ve araştırmalar, Uygur–Türk şehirlerinde bulunmuş fresk, resimli ve minyatürlü kitaplar, 8–9. yüzyılda bu sanatın Uygur Türklerinde ne derecede ilerlemiş olduğunu açıkça gösterir. Orta Asya'da, özellikle Turfan bölgesinde 8. yüzyıldan kalma Uygur duvar resimlerinden başka minyatürler de bulunmuştu.
Bu minyatürlerdeki üslup Türkler aracılığıyla birçok İslam minyatürüne de geçtmiş ve etkilerini 15. yüzyıla değin sürdürmüştür.
Büyük Selçuklu Devleti döneminde minyatürlü yazmaların hazırlanışı hız kazandı ve kla*** bir minyatür sanatı ortaya çıktı.
Büyük Selçukluların dağılması üzerine Mezopotamya çevresinde ortaya çıkan bölgesel devletlerde ve Anadolu Selçuklularının egemen olduğu yörelerde de minyatürlü el yazmaları hazırlandı.
Konya, Diyarbakır, Musul ve Bağdat gibi kentler bu dönem minyatür sanatının korunduğu önemli sanat merkezleri oldu.
Anadolu Selçuklu minyatürlerinin bir bölümü, Abbasiler dönemi kaynaklardan derlenmiş ya da doğrudan Arapça'ya çevrilmiş tıp, botanik, astronomi gibi bilimsel konulu yapıtlarda yer alıyordu.
Bunların yanı sıra mesnevi ve öykü kitapları gibi edebi yapıtlar da resimlendi.
Bu dönem minyatürüne genellikle İslam düşüncesine uygun soyut bir üslup egemendi.
Anadolu Selçukluları zamanında verilen eserler günümüze kadar gelememiştir. 8. ve 9. yüzyıla ait olan ve günümüze gelmiş Türk resim sanatının örnekleri arasında, duvar resmi ve figürlü işlemelerin yanında minyatürler de bulunmaktadır.
Türklerin eski yurtları Orta Asyada, Türkistanda yaşadıkları döneme ait olduğu düşünülen minyatür örnekleri hala Topkapı Sarayı arşivlerinde bulunmaktadır.
İslam kültürünün, Türkler arasında yayılmasından sonra Selçuklu Türkleri minyatür sanatına önem vermeye başladılar.
Bu dönemde Tıp, Botanik, Astronomi ve mekanik buluşları içeren bilimsel konulu eserler minyatürlendirilmiştir.










28 Aralık 2008 Pazar

ERMENİ'LERDEN ÖZÜR KAMPANYASI

Tarih senden özür diliyorum


1915 Ermeni tehcirinde yaşananlar, bir grup yazar ve aydının başlatacağı imza kampanyasıyla yeniden gündeme taşınacak. Kampanyanın öncülüğünü akademisyenler Ahmet İnsel, Baskın Oran ve Cengiz Aktar ile gazeteci Ali Bayramoğlu yapıyor.
Yılbaşında internette başlatılacak "Özür diliyorum" adlı kampanya metninde şöyle deniliyor:

"1915'de Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felaket'e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum"
Bravo Ahmet İnsel,
Aferin Ali Bayramoğlu'na…
Maşallah Prof. Baskın Oran'a…
Suphanallah Dr. Cengiz Aktar'a…
Ve onların yazdıkları gazetelere…
Ve bu özür bildirisine imza koyacak Türk Aydınına!
Yukarıdaki metni hazırladıkları için… İmza attıkları için… İmzaya açtıkları için… Vatan onlara borçludur, Millet minnettardır.
Doğru söylüyorlar. Gerçeği yazıyorlar.
Osmanlı Padişahı bir gece kalabalık rüyalar gördü.
Devlet erkânı, harpten darptan uzak, güllük gülistanlık imparatorluğun huzur ve sükun ortamından sıkıldılar.
Aralarında düşündüler, asker evlatlarımızı nasıl oyalayalım, ne işle meşgul edelim diye…
"Tehcir Kanunu" olarak bilinen, sevk ve iskân kanununu çıkardılar.
14 Mayıs 1331(27 Mayıs 1915) tarihli geçici kanunu yürürlüğe koydular.
"Osmanlı Devleti'ne karşı casusluk ve hıyanetleri görülenlerin ayrı ayrı veya birlikte savaş alanlarından uzak yerlere gönderilmesini" öngören bu yasa durup dururken çıkarılan bir yasaydı.
"Bu yasanın silâhsız sivil halkı ve Osmanlı Ordusunu, Ermeni çetelerine karşı korumak amacı için hazırlanmış bir yasa olduğu da" kocaman bir Osmanlı yalanından ibarettir…
"Osmanlı Devleti'nin yaptığı işlem, hukukî bakımdan sınır dışı etme (deportatiton-expulsion) mahiyetinde değildir...Tehcir yasasıyla gerçekleştirilen nüfus nakli, ülke içi nakildir (displacement-relocati-on). Devletin bekası ve ülke bütünlüğü gibi hayati önemdeki ulusal güvenlik ihtiyaçları bu önlemleri zorunlu kılmıştır." diyenler halt etmiş!
Ortada ne savaş var, ne casusluk söz konusu, ne de hıyanet…
· Taşnak da yok, çete de yok ve hatta kurşunlanıp, süngülenen yüz binlerce Müslüman Türk, birbirlerini kırdılar…
· 1915-1919 yılları arasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da 519.000 Müslüman-Türk'ü de Ermeniler katletmediler…
· Birinci Dünya Savaşı'nda Çarlık Rus orduları Doğu Anadolu'yu işgal ederlerken Rus ordularına ajanlık yapanların içinde bir tane bile Ermeni yoktu, kim uyduruyor bu yalanları?
· Ermeniler, asla ve asla Rusya'nın ve Batılı devletlerin bölgedeki taşeron gücü olmamışlardır. Uluslar arası anlaşmalara suni Ermeni sorununu taşımak suretiyle tarihi Türk topraklarında bir Ermenistan devletinin kurulmasında Ermeni ihanetinin hiçbir rolü de yoktur!
· 1973-1995 yılları arasında ASALA tarafından dünyanın 21 ayrı ülkesinde 41 diplomatımız alçakça şehit edilmesiyle de Ermenilerin ilişkilendirilmeye çalışılması beyhude bir çabadan ibarettir.
· Rusların yardımıyla Azerbaycan'ın %25 oranındaki toprakları Ermeniler tarafından işgal edildiğini kim ima ediyor, bu alçakça iddiayı hangi bilim ve tarih düşmanı cahiller öne sürüyor…
· Bir buçuk milyon Azerbaycan Türkü, topraklarından zorunlu göçe tabi tutulmadılar ki, olar, iç turizmi canlandırmak amacıyla turistik geziye çıkmışlardı, bir daha da yurtlarına dönmek istemediler!
· 1995 tarihli Ermenistan Anayasasında Türkiye'nin Doğu topraklarını; Erzurum, Kars, Ardahan, Ağrı, Iğdır, Erzincan, Van'ın,"Batı Ermenistan" olarak tanımlanması ve haritalarında bu vatan topraklarımızın ,"Batı Ermenistan" şeklinde gösterilmesi de haritaları basan matbaaların yanlışlığından ibarettir!
· Bugün birçok ülke parlamentolarına taşınan sözde soykırım yasa tasarılarının arkasında Ermenistan devlet başkanı ve Ermenistan hükümetinin bulunduğunu iddia etmek gülünç bir tespit ve gerçek dışı bir iddiadır!
O nedenle elbette özür dilenmelidir!!!
O nedenle,
Bravo Ahmet İnsel'e...
Aferin, Yazar Ali Bayramoğlu'na…
Maşallah, Prof. Baskın Oran'a…
Suphanallah Dr. Cengiz Aktar'a…
Ve onların yazdıkları gazetelere…
Ve bu özür bildirisine imza koyacak Türk Aydınına!!!
Bu aydınlara bakıp ben de bir özür ihtiyacı duyuyorum.
Ama Ermeniler'den değil...
İzan senden özür diliyorum!
Akıl senden özür diliyorum!
İnsaf senden özür diliyorum!
Ecdad senden özür diliyorum!



e-posta

Osmanli’nin sair sultanlari

Osmanli Devleti'ni yoneten padisahlar siirler kaleme almis ve gokkubbede 'lirik' sesler birakmistir.

Kiliclarinin sesi daha yuksek duyulsa da kiminin kalemi kilicindan daha keskindi. Onlar da ete kemige burunmus, huzne tutunan, sevince gark olan insanlardi. Neseyi, huznu ve inanci yansitan siirler, Osmanli padisahlarinin gonul dunyasinin kapilarini aralamis. Siirleri incelendiginde, 'devletlu, hasmetlu, garabetlu' padisahlarin, ayni zamanda ince, naif, hassas insanlar oldugu da goruluyor.

Osmanli tarihinde siirle ve musikiyle ilgilenen bircok padisah oldugu bilinir; ancak genelde en cok bilinenler Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Suleyman, 2.Selim, 1.Ahmed ve 3.Selim'dir. Osmanli Imparatorlugu'nun yonetildigi sarayda, sanata her zaman sicak bakilmis, hemen her padisah ve sehzade, bir sanat daliyla hobi duzeyinde de olsa mesgul olmustur. Kimi padisahlar hattat, nakkas ve musikisinas olarak un salmistir; ama aralarinda siir yazmayan neredeyse yoktur. Iyi derecede sair olan padisahlar, ulkede yetisen ilim ve sanat adamlarinin kiymetini bilmis; ozellikle 15. asirdan itibaren Turk edebiyatinin gelismesinde onemli rol ustlenmislerdir.

Ozellikle Fatih'ten sonraki bircok padisah devrinin unlu sairleriyle boy olcusecek nitelikte siirlere imza atmis. 'Avni' mahlasiyla siirler yazan Fatih aruzu ustaca kullanmis, ari ve duru bir usluba sahip siirler kaleme almis.

Yavuz Sultan Selim 'Selimi' mahlasini kullanmis ve siirlerinin yer aldigi divan Almanya’da basilmistir.

Caginin hatiri sayilir sairlerinden biri olan Kanuni Sultan Suleyman ya da diger adiyla Muhibbi'nin divaninda tam 2.779 gazel bulunmaktadir ki, Divan sairleri arasinda en fazla gazel yazmis olan Zâtî’nin bile ulastigi gazel sayisi ancak 1.825 adette kalmaktadir.
Kanuni'nin "Halk icinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sihhat gibi" dizeleri ise yuzyillardir soylenegeliyor.

Istanbul'un onemli selatin camilerinden biri olan Sultanahmet Camiini yaptiran ve siirlerinde Bahti mahasini kullanan 1.Ahmed, Peygamber Efendimiz'e olan saygisindan dolayi, Peygamberimiz'in mubarek kademi (ayak izi) seklinde bir sorguc yaptirmis ve bir tahta uzerinde naksedilen Kadem-i Serif'in kenarina su meshur kitayi yazmistir:

"N'ola tâcum gibi basumda gotursem dâim
Kadem-i naksini ol Hazret-i Sâh-i Rusulun "

25 Aralık 2008 Perşembe

Yasaklar-YÖK'ün durumu

Değerli dostlar,

cok sevdigim bir arkadasimdan aldigim bir iletiyi, Istanbul’un (Türkiye’ni) nereye gittigini daha iyi anlayabilmeniz icin sizlerle paylasmak istiyorum. Bahsi gecen yer, bogazin en güzel manzaralarindan, insanin ici acilarak oturdugu, bir yudum rakisi ile keyif yaptigi bir yer:

„Vaniköy'de rahmetli anaciginla gittigimiz, cok güzel günler gecirdigimiz TEK (Türkiye, Elektirik Kurumunun) yeri uzun bir zaman kapatildi, cünkü orada icki, veriliyordu. Kapatilma sebebi, Lokantayi yenilemeydi, ve uzun bir zaman acilmadi.
Simdi acildi. ....
Icki yasaklandi...
Artik biz oraya gidip, Istanbul Bogazi' nin en güzel yerinde, istedigimiz sekilde hür bir durumda bulunamayip, istenilen sekile uymak zorundayiz...
Avrupa Birligine girmeyi cok arzu eden HÜKÜMETIMIZ, Avrupa birligine bu davranisiyla sikayet edildigi takdirde, ne kadar ceza ödeyecegini bildigi halde, israrla bizi araplastirmaya calisiyor.
Biz Türküz, Ata'mizin sayesinde anamizin, babamizin kim oldugunu biliyoruz. BILMIYENLEREDE, Ailenerini, kimin d……. arastirmalarini önermiyoruz!, cünkü onlar d…… alismis, ''alismis kudurmustur' tezine uyum saglamis, bir nesilden geliyorlar.Yüce Atamiz' in ön görüsleri Nutkunda bize bildirdigi gibi , yasadiklarimizla ispatlanmistir.

Kafayi buldum, müslümanligi (Hazreti Muhammedi) anlamayip, kullanallara, bir yazi yazayayim dedim...
Ictigimde zemzem suyu!!, onunda cilkini cikarmislar, artik Mekkede zemzen suyu cikmiyormus, cünkü insaatlar dolayisiyla, kökünü kurutmuslar?????.
Ieride zemzen suyu yerine Raki verirler....
Ama Türkiye'ye faydasi olmaz. cünkü Tekel'ide amerikaya sattilar.(amerika bilincli kücük yazilmistir.Ama yazmakla bu isler olmuyor).
Murat'cigim sana ve Hanife'ye cok selam ediyorum, Öpüldünüz
PS: Sakin yengeme Yavuz kafayi bulmus deme, kafayi buldugum halde bile,kafayi bulamiyorum.....“

Evet degerli dostlarim,

bunlari yazan, dogma büyüme Istanbul’lu, Avrupa görmüs, cok iyi bir aileden gelen makine mühendisi bir arkadasim. Birlikte Istanbul’un en güzel yerlerinin tadini cok cikarttik ama gördügünüz gibi bircok tarihi mekanlardaki isletmeler gibi belediye eline gecen yerlerde iski yasak ediliyor, Moda iskeleside bunun en güzel örneklerinden biri, yakinda Kalamis, Fenerbahce’deki isletmelerde ayni duruma düsecekler sanirim.

Unutmayalim, dogru Tekel satildi ama hala Türk Rakisi üreten müesseseler var ve senelerce Yeni Raki icen ben simdi Efe (Siyah) iciyorum.

Kalin saglicakla ve gülmeyin aglanacak halimize…..

Muhakkak okuyun:

http://www.1000zet.com/index.php?option=com_content&view=article&id=12131:e25&catid=43:diger&Itemid=58

http://www.1000zet.com/index.php?option=com_content&view=article&id=12130:o25&catid=43:diger&Itemid=58

http://www.1000zet.com/index.php?option=com_content&view=article&id=12127:t25&catid=43:diger&Itemid=58

Çiçek Dersi -Atatürk ve azınlıklar....



Yavuz Donat'ın bugün köşesinde aktardığı bir anı, Atatürk'ün azılıklar meselesine yaklaşımıyla ilgili bugün de çalışmamız gereken bir ders niteliği taşıyor.. İşte o yazı...

Ne Mutlu Türküm Diyene

Başbakan İnönü saat 18.00 sularında Florya Köşkü'nde Atatürk'ü ziyaret etmiş:

- Hayırdır İsmet... Habersiz geldin.

- Paşam, azınlıklar meselesi... Konuyu Meclis'e getireceğiz... Ne diyorsunuz?

- İsmet bugün geç oldu... Yarın sabah erkenden gel, konuşalım.

İnönü çıkınca Atatürk "bütün görevlileri" toplamış:
- Sadece laleler kalsın... Bahçedeki diğer bütün çiçekleri sökün, atın... Derhal.

İsmet Paşa sabah gelmiş, bahçenin "halini" görmüş ve "görevlilere" sormuş:
- Ne oldu böyle?

- Gazi Paşa Hazretleri emrettiler, söktük.

Başbakan İnönü, Cumhurbaşkanı Atatürk'ün odasına girmiş:
- Paşam, bahçenin durumu nedir?

- Azınlıkları söküp attım İsmet.
İnönü "anladım" dercesine başını öne eğmiş:
Atatürk:
- İsmet, ben "Ne Mutlu Türküm Diyene"
sözünü boş yere söylemedim... Kendini Türk hisseden herkes bu vatanın öz evladı... Ben hayatta olduğum sürece bu böyle bilinsin... Ve sakın azınlıklar ile ilgili bir kanun çıkarılmasın.

"Bunları" dün bize Ateş Ünal Erzen anlattı. "İnan Kıraç'tan dinledim" dedi. Belediye Başkanı Erzen, Ermenilerin "Sevgi Sofrası" adını verdiği kutlamalarda bu "olayı" anlatmış. Dinleyenler ağlamaya başlamışlar.


Ateş Ünal Erzen gittikten sonra İnan Kıraç'la konuştuk. "Evet, doğru" dedi.
İnan Kıraç'ın babası Ali Numan Kıraç "Atatürk'ün 6 yıl Amerika'da okuttuğu, Türkiye'nin ilk ziraat mühendisi." Atatürk onu "Atatürk Orman Çiftliği'ne müdür yapmış." "Anlattığımız olay", İnan Kıraç'ın bizzat babasından dinlediği bir olay.

Büyük Atatürk'ün "verdiği dersi" bugün hâlâ anlayamayanların olması ne kadar acı.
Neyse "vesile" oldu, İnan Kıraç'la "Atatürk'ü ve babası Ali Numan Kıraç'ı" saygıyla andık.

23 Aralık 2008 Salı

Nicin Kemalist'im

Niçin Kemalist'im? / Ahmet Taner Kışlalı (BU GERÇEK OLAN ÖYKÜYÜ MUTLAKA OKUYUN)


"NİÇİN KEMALİSTİM?"
Öykümüz Kurtuluş Savaşı yıllarında başlar.
Kahramanlarımızın ilki, Paris-İstanbul arasında trenle mekik dokuyan gençbir Türk işadamı.Macaristan'da genç bir bayanla tanışır.
Evlenme teklif eder ve evlenirler.
İzmirli işadamı, olayı ailesine açamaz.
Macaristan'da bir kızı olur.
Kızına Nermin adını verir..
Nermin büyümekte, Mustafa Kemal'in yaptıklarını, gazetelerden heyecanla izlemektedir.
Baba İzmir'de ölür.
Aile, geçim sıkıntısına düşer.14 yaşındaki Nermin, Macaristan'da paralı olan öğrenimini sürdüremez olur.
Mustafa Kemal'in ülkesinde eğitim parasızdır.
Nermin, baba yurduna gitmeye karar verir.
Annesinin haberi olmadan Türk Büyükelçiliği'ne başvurur.
Ona birpasaportla birlikte, eline durumunu açıklayan bir de Türkçe mektup verirler.
Başı sıkıştığında, derdini anlatamadığında o mektubu gösterecektir.
Olayı öğrenen annesi de ona destek verir.
Üçüncü mevki bir tren kompartımanının tahta sıraları üzerinde, günlerce sürecek bir yolculuk başlar.
Tren, Türkiye topraklarına girer.
Gümrük memurları, elinde Türk pasaportu olan ama Türkçe bilmeyen bu çocuğun durumunu çok ilginç bulur, giriş iznide hemen verilir.
Öykü uzun...
Küçük Nermin, İstanbul'da bir yandan Almanca dersleri verirken öte yandanTürkçe öğrenir. Mustafa Kemal'in parasız kıldığı eğitim olanaklarından yararlanır.
İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirir.
Gazetecilik yapar.
Türkçe'nin arkasından İngilizce ve Fransızca da öğrenmiştir.
Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne asistan olur.
Çağdaş siyaset bilimininTürkiye'ye girmesine öncülük edenler arasında yer alır.
Gün olur, Türkçesinin bozuk olduğunu öne sürerek öğretim üyeliğinden atılmasını isteyenler çıkar.
Tükenmez bir enerji ve heyecanla, gençlere bir şeyler verme isteğini yitirmez.
Uluslararası toplantılarda Türkiye'yi, Türk kadınını, MustafaKemal'i savunur, savunur, savunur...
Bir oğlu olmuş, adını da Mustafa Kemal koymuştur...
Prof. Nermin Abadan-Unat, Siyasal Bilgiler Fakültesi'ndeki son dersinibundan dört yıl önce verirken aralarında benim de bulunduğum bir grup eski öğrencisi de sınıftaydı.
Kimisi profesör, kimisi doçent, kimisi çiçeği burnunda araştırma görevlisi.
Deniz Baykal da sonradan yetişmişti.
Son dersin sonunda, nefes bile almaya korkarak dinlediğimiz yukarıdaki yaşam öyküsünü anlattı bize...
Ve sözlerini şöyle noktaladı:-
"Ben yurdumu kendi irademle seçtim. Mustafa Kemal olmasaydı, belki ben de olmazdım.
Niçin Kemalist olduğumu, öyle sanıyorum ki artık anlamışsınızdır"...
Çok etkilendiğim bu öyküyü yazdığımda, sonunu şöyle bağlamıştım:
"Busözleri, parası olanlara Bilkent'i, olmayanlara Süleymancı yurtlarını gösterenlere adıyoruz..." Bakıyorum da aradan geçen zamanda, ne Nermin Hoca'nın öyküsü güncelliğini yitirmiş, ne de benim altına düştüğüm not...
Tıpkı giderek daha güncel, daha gerçek, daha anlamlı olan Mustafa Kemal'in kendisi gibi!..
Ahmet Taner KIŞLALICumhuriyet,
15 Kasım 1992

YuzYillik Ruya

ABD YÜZYILLIK RÜYASI

Uğur Mumcu'nun
1 Nisan 1984 tarihli yazısı...







GIZLI BELGELERLE.. .

Su olaylara bakın: ABD Dış İlişkiler Komisyonu, Türkiye'ye yapılacak
askeri yardımı Kıbrıs konusunda verilecek bir ödüne bağlıyor. Bu
yapılırken, ABD Kongresi'nde 24 Nisan tarihinin "Soykırım Günü" olarak
ilanı için önergeler veriliyor. Fransa'da ise soykırım savlarının ders
kitaplarına konması için hazırlıklar yapılıyor . Aynı günlerde, Ermeni
terör örgütleri eylemlerini sürdürüyor . Bütün bunlardan sonra ABD
yönetimi uluslararası terörden söz edebiliyor.







24 Nisan tarihi soykırım günü olarak ilan edilecekmiş. Sanki ABD'nin
Vietnam'daki, Fransa'da, Cezayir'deki insanlık suçlarını unutturdular. .
Sanki ABD yönetimi, Şili'de halk oyu ile seçilmiş Devlet Baskanı
Allende'nin CIA darbesi ile devrilmesinin hiç anımsanmayacağını
sanıyor. Sanki ABD'nin Grenada'ya, daha dün kadar yakın bir zamanda
Fransa'nın Çad'a asker göndermelerinin hiç ama hiç akla gelmeyeceği
düşünülüyor.







Ermeni olayını , bugün için uluslararası terörün bir parçası olarak görüyor ve bunun için bütün devletleri ortak bir savaşa çağırıyoruz.


Yok eğer Ermeni sorununun dünü, önceki günü karıstırılırsa, Amerikalı
dostlarımız bundan hiç hoşnut kalmazlar.

İsterseniz, bu konuda birkaç tarihsel belgenin satır
başlarını aralayalım:







İngiliz Kraliyet Matbaasi tarafindan basılan Birinci Dünya Savasi ile ilgili gizli belgeler, Erol Ulubelen tarafından Türkçe'ye çevirilmiş,önce Doğan Avcıoğlu'nun yönetimindeki Yön dergisinde yayınlanmış, daha sonra kitap olarak basılmıştır .

İkinci basımı Çağdaş Yayınları tarafından yapılan " Ingiliz Belgeleriyle Türkiye" kitabında, Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermeniler'in Amerikalılar' ca nasıl desteklenip kışkırtıldıklarını gösteren belgelere yer verilmiştir. Okuyalim:

Gizli Belge: Sayfa 735, belge 492. Amiral Webb'den Lord Curzon'a
yazılan 19 Ağustos 1919 tarihli yazı:

- Amerika, Trabzon ve Erzurum'u içine alan bir Ermenistan'ı himaye
edecek. Geri kalan dört ili de Kürt devleti olarak İngilizlerin
himayesine bırakıyor...







Gizli Belge: Sayfa No:60, Belge No: 46.
5 Nisan 1920 günü Mr.Lindsay'in Washington'dan Lord Curzon'a yazdığı yazı:



- Amerikan Senatosu Ermenistan'ın mandası işini görüştü. Bes yılda 757 milyon dolar verecekler. İlk başlangıçta 50.000 kişilik bir ordu
yollanacak, daha sonra 200.000 kişiye çıkacak. Amerika kuvvetlerinin
başına General Zames G. Harbord getirilecek. Ayrıca bütün Türkiye'nin
mandası için de görüşmeler yapılmaktadır. ..



Gizli Belge: Sayfa No:71, Belge No: 63.
16 Mayıs 1920 günü Sir A.Geddes'in Lord Curzon'a yazdığı yazı:

- Amerikan hükümeti, Ermenistan'in Adana da dahil korunmasını istiyor.
Silah, cephane , demiryolu ve her türlü malzemeyi buraya sevk edecekler.







.. Boşaltım, Karadeniz limanlarında Amerikan bahriyesi tarafından ve
Amerikan donanmasının himayesinde yapılacak. Türklerin yapacağı en ufak
bir hareket Amerikalılar tarafından bastırılacaktır. ..



Gizli Belge: Sayfa No: 300, Belge No: 38.
28 Subat 1920 Londra Konferansı tutanaklarından bir parça:

- Mustafa Kemal kendisini Erzurum Valisi ilan etmiş. Erzurum'da yeni
kurulacak Ermeni devletinin katılacağı bir sırada bu çok anlamlı bir
harekettir. Bu adam olmasaydı Ermeniler'in bir şansı olurdu...







Gizli Belge: Sayfa No: 81, Belge No: 10, tarih 16 Subat 1920. Londra Konferansi tutanaklarindan bir baska parça:

- Ermenistan'a 6 ilden baska Trabzon ve Adana da verilmelidir.



Amerika Ermenistan'a yardim edecektir ve mandası altına almayı da kabul ediyor.Fransa ise Adana'yı kendisi için istiyor.


Gizli Belge: Sayfa No: 99, Belge No: 12, Londra Konferansı tutanağından
bir başka ilginç parça:
- Lord Curzon, Erzincan'ın da Ermenistan'a verilmesini, Karadeniz'de
bir Lazistan kurulup, Ermenilerin mandasına vermek istiyor...

Bu belgeler, bugün ABD Kongresi'nde 24 Nisan tarihini "Soykırım Günü" ilan etmek isteyenlerin amaçlarını olduğu kadar, ABD'nin Lozan Barış Antlaşması'na niçin imza koymadığını da anlatmaya yetmektedir.







Atatürk, Ermeni sorununun "dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre çözülmek istediğini" söylememiş miydi?
( Söylev ve Demeçler , C: I, S: 233).
Olay, dün olduğu gibi bugün de böyledir.




Biz bugün bunca saldırıdan sonra , bu gizli belgeleri , örneğin
devletin televizyonunda tek tek halkımıza gösterebiliyor muyuz?
Gösteremiyorsak, Ermeni sorununun çokuluslu yanını ve uluslararası terör ile ilgisini, diplomatik forumlarda nasıl anlatabiliyoruz?

24 Nisan tarihini soykırım günü ilan edip, Ermeni terör örgütlerine
destek olan Amerikan Kongre üyeleri, 1920'lerde topraklarımız üzerinde Ermeni devleti kurmak isteyen Amerikalılar' in torunlarıdır





Bizler de
bunlara karşı Kuvay-i Milliyecilerin torunları olduğumuzu hatırlatmak
zorundayız.



" Milliyetçilik " budur . Neredesiniz efendiler, beyler, beyzadeler,
hanımefendiler? .. Budur, budur, budur işte !..

Uğur MUMCU (c)

Cumhuriyet (c), 1 Nisan 1984






Uğur Mumcu İsrail Sefiriyle Ne Konuştu. Uğur Mumcu'yu Kim Öldürdü?
Uğur Mumcu, ölümünden 17 gün önce kaleme aldığı "MOSSAD ve Barzani" başlıklı yazısında, Barzani ailesi ile İsrail devleti

arasında bulunan çok ilginç bir bağlantıyı açığa çıkarıyordu!..
Mumcu, 8 Ocak 1993 tarihli "Ültimatom" başlıklı yazısında ise şöyle diyordu:



- "Yakında yayımlanacak bir kitabımda, Kürt milliyetçileri ile istihbarat örgütleri arasındaki ilişkilere ışık tutacak çok ilginç belgeler açıklayacağım!.."
Mumcu, ne yazık ki bu belgeleri açıklamaya fırsat bulamadı!..


24 Ocak 1993 tarihinde otomobiline konulan bombanın patlaması sonucu hayatını kaybetti!..






Cinayetin işlendiği akşam saatlerinde, Cumhuriyet gazetesine bir telefon geldi:
"Uğur Mumcu, İslam adına cezalandırılmıştır!.."
Yine aynı gün Berlin'den Uğur Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu adına imzasız bir mektup gönderildi:
"İslamlara zulmedenler, ne hissediyorlar!.."




Daha sonra yapılan soruşturma çerçevesinde cinayet ne olduğu belirsiz İslami Hareket Örgütü'ne ihale edildi, arkasında ise İran gizli servisi ile bağlantılı SAVAMA'nın olduğu açıklandı!..
Uğur Mumcu'nun cenaze töreni, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun ve Bahriye Üçok cinayetlerindeki gibi planlanan şekilde gerçekleşti!..
Sokağa dökülen kalabalıklar, şöyle haykırıyordu:
"Türkiye laiktir laik kalacak!.."
- "Türkiye İran olmayacak!.."





Ne tesadüfdür ki, Mumcu'ya suikast yapıldığı gün Amerikan amborgosu yüzünden ekonomik sıkıntı yaşayan İran'dan gelen kalabalık bir heyet Esenboğa Havaalanı'na indi!..
Türkiye ile İran arasında Türkmen doğalgazının İran toprakları üzerinden Türkiye'ye taşınması için tam 25 milyar dolarlık bir anlaşma imzalanacaktı!..



Heyet, zamanın iktidarı tarafından "Kusura bakmayın, şu anda ortam oldukça gergin!.." denilerek uygun adım geri postalandı!..
Cumhuriyet gazetesi, Mumcu'nun ölümünden sonra bir çok yazısını tefrika halinde yayınladı!..
Bir tek yazı hariç:
"MOSSAD ve Barzani"
Medya, uzun yıllar Uğur Mumcu'nun laiklik ve Cumhuriyet üzerine kaleme aldığı yazılardan dolayı katledildiğini kamuoyuna pompaladı!..
Oysa, bakın Ceyhan Mumcu, 16 Mayıs 2006 tarihli açıklamasında neler diyor:











"Suikastla aynı gün medyanın büyük bir bölümü suikastın İran devleti tarafından yapıldığı konusunda çok yoğun bir propaganda eylemine giriştiler.
Oysa ki, Uğur Mumcu, İran'ı eleştiren tek bir yazı yazmadığı gibi, bugün de tesettür özelinde sürdürülen laiklik tartışmalarına ilişkin 1992 yılından sonra herhangi bir yazısı yoktur.




Bu yüzden, İran'ın Uğur Mumcu'yu öldürmek için mantıksal bir nedeni de bulunmamaktadır.
Kamuoyunda bu suikastin kaynağının İran olduğu yolundaki düşünce hala değişmemiştir.
Bu gerçek göz önüne alındığında, işlenecek suikastler karşısında, toplumumuz bir daha oyuna gelmemeli, sorumluğu CIA'nın taşeron işlerini yürüten MOSSAD'da aramalıdır."
Ceyhan Mumcu, kardeşi Uğur Mumcu'nun ölümünden önce meydana gelen çok önemli bir gelişmenin perde arkasını da şöyle aydınlatıyor:








- "Uğur Mumcu, özellikle 07 Ocak 1993 tarihli MOSSAD ve Barzani başlıklı yazının yayınlandığı günden itibaren İsrail Büyükelçiliği tarafından arandı.
İsrail Büyükelçisi, tam dört kez Uğur Mumcu'yu arayarak ısrarla görüşmek istediğini söyledi.


Büyükelçi, Uğur Mumcu'nun görüşmenin üçüncü bir kişinin de hazır bulunduğu ortamda yapılması isteğini kabul etmedi.
Yalnız görüşmeleri gerektiğini söyledi.
Ankara'da bir restoranda yapılan görüşmeden kısa bir süre sonra suikaste uğradı."
Dönemin İsrail Büyükelçisi'nin görüşmede Uğur Mumcu ile neler konuştuğu hala esrarını koruyor!.

İşin peşini bırakmayan Ceyhan Mumcu, bir kaç defa İsrail Büyükelçiliği'nden randevu istiyor!..
Ancak kendisine olumlu ya da olumsuz herhangi bir cevap verilmiyor!..










Ceyhan Mumcu, cinayetin hemen ardından Meclis'te "Üç MOSSAD ajanının Uğur Mumcu'yu öldürmek üzere Türkiye'ye sızdığı belirtilen" bir MİT belgesinden bahseden Şevket Kazan'dan, Refahyol Hükümeti döneminde yardım talep etti!..
30 Ağustos 1996 tarihinde bir açıklama yapan Adalet Bakanı Şevket Kazan, "Mumcu cinayeti ile ilgili yeni iddialar var. Araştırıyoruz!.." dedi!..



Ertesi günü, İsrail Büyükelçiliği'nden Ceyhan Mumcu'ya bir telefon geldi!..
Ceyhan Mumcu, görüşmede sordu:
"Eski Büyükelçi, Uğur ile neyi görüştü?.."
İsrail Büyükelçisi, konuşmanın içeriğini ancak eski Büyükelçi'nin bileceğini, kendisinin bu konuda herhangi bir fikir sahibi olmadığını belirtip "Biz kimseyi öldürmeyiz!.." diye kestirip attı!..
Ve ertesi günü Hürriyet gazetesinde dokuz sütuna manşet şöyle bir haber yayınlandı:





- "Ceyhan Mumcu, Şevket Kazan'ı yalanladı!.."


Etkili ve yetkili birimlere soruyoruz:


MOSSAD'ın 1980 ihtilalinden sonra Ankara'da gizli bir şube açtığı, bu şubede faaliyet gösteren bir birimin "yabancı istihbarat servisleri" ile ilişkileri düzenlediği, diğer birimin ise "İslam ülkelerinden devşirilen" elemanları yönettiği iddiaları doğru mudur?..
(İsrafil Kumbasar - Yeniçağ)

TURK OLMAK



Amerika'dan bir vatandaşımızın (Turkiye'nin abd seattle Fahri Konsolosu olan Sn. J. Ufuk Gokcen)
'Türk olmak nasıl bir duygudur?' konulu yazısı.
Aslında çok şeydir, Türk olmak. Türk olmak, Osmanlı'nın borcunu ödemektir.
Hovarda babanın borçla yaşayan evladı gibi.

Kosova'da ve Bosna'da, Batı Trakya'da ve Makedonya'da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir.

Türk olmak Kıbrıs'ta, Hocalı'da, Anadolu'da ve Balkanlar'da soykırıma uğrayıp karşılığında yapmadığın soykırımla suçlanmaktır.
Türk olmak faşist olmaktır, vatanına, milletine, tarihine sahip çıktığında…
Türk olmak demokrat ve çağdaş olmaktır, vatanına, milletine, tarihine sövdüğünde…

Türk olmak lisanının Avrupa'da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini ve derdini anlatamamaktır.

Avrupa'da hor görülmek Türk olmaktır, ataların bir çok asır önce Viyana'yı kuşattığı için ve hoş görülmemektir tabii ki sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyana'yı yakmadığın için.

Türk olmak Selanik'te Pontus Anıtı'nın, Viyana'da çiğnenen yeniçeri minberinin ve Malta'da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.

Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir.
Üç kıtadan dönüp, bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir.
Sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır, aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır.
Arabaya koşulan ilk atın vatanında, ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta, yazının bulunduğu, paranın icat edildiği her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta, kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir.
Türk olmak; Truva'dan bu yana, Sümer'den bu yana serpilerek gelse de, tarihten eski bu topraklarda, bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen, bir haftalık hafıza ile yaşamaktır.
Doğu Roma'yı da Batı Roma'yı da yıkıp, yeni Roma olan AB'ye girmeye çalışmaktır Türk olmak.
Türk olmak, Mostar'da köprüdür, Kerkük'te kaledir, İstanbul'da Kızkulesi'dir, Anadolu'da buğdaydır, Çukurova'da pamuktur, Ege'de tütün, Karadeniz'de fındık, Trakya'da ayçiçeğidir.
Türk olmak Çanakkale'de ölmektir.
Çanakkale'de ölmeden önce düşmana su vermektir, onun yaralısını sırtında kendi hastanesine taşımaktır.

Düşmanın ardından rahmet okumak, kanlısından helallik almaktır.
Sabahları odana rahmet dolsun diye, camı açmaktır.
Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir.
Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır. Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır.

Türk olmak, harap bir ülkede, zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip, tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile, paylaşacak ve sahiple n ecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen, yedi düvele meydan okumaktır.
Türk olmak askere davul-zurna ile uğurlanmaktır, belki de dönmeyeceğini bilerek.
Türk olmak, annenin şehit oğlunun ardından 'Bir oğlum daha olsun, onu da vatan için göndereceğim.' demesidir.
Babanın gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken 'Vatan sağ olsun!' demesidir.
Türk olmak 'Türk çayında radyasyon olmaz!' yalanları ile, 'Gusül abdesti alana AIDS bulaşmaz!' dolanları ile yaşamaktır.
Her hükümetin enkaz devraldığı, ama asla ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.

Türk olmak, ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir.
Aynı nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır.
Göz hakkına, diş kirasına saygıdır.
Türk olmak. Evindeki bir kap aşın yarısını tanrı misafirine vermektir. Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.
Türk olmak, milli maçta ağlamaktır.
Ayhan Işık'a, Belgin Doruk'a aşık olmaktır.
Türk olmak, aşkını ölesiye sevmektir.
Aşkı için ölmektir, öldürmektir.
Sevdiceğinin elini bir kez tutamadan, toprağa girmektir.

En güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir.
Eşkiyaya türkü yakmaktır, Türk olmak.
Milletine sövmektir, ama başkasına sövdürmemektir, Türk olmak.
Türk olmak Yunus'u bilmektir, Aşık Veysel'i sevmektir. Mevlana'yı, Hacı Bektaş-ı Veli'yi ve Hoca Yesevî -tek bir satırını okumasa da yüreğinde taşımaktır.

Türk olmak, saz çaldığında, ney üflendiğinde, kös dövül düğünde ve kaval çaldığında, yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir, bir de Yemen Türküsü'nde...
Hayatın sana verdiklerine 'Nasip', vermediklerine 'Kısmet' demektir.
Her işin 'Hayırlısına' inanmaktır ve ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.

Türk olmak, Asya'da batılı, Avrupa'da doğulu diye tepki görmektir.

Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaradılanı Yaradandan ötürü sevmektir.

Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da, silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir.

Türk olmak, mahalle maçı için aynı saatte, on kişi buluşamazken, milyon kişinin bir araya gelmesidir.

Tavla oynarken bile kavga ederken, milyon kişinin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir.

Türk olmak, buhran zamanında Arjantin'de de mağazalar yağmalanırken, daha ağır buhranda sıraya girerek, sorumlusuna en ağır cezayı tek bir cam kırmadan sandıkta kesmektir.

Türk olmak en zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak, en dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek tevekkül göstermektir.
Zor iştir Türk olmak.
Türk olmak Anadolu'da her düşen yağmur damlasına hamdetmek, her çıkan başak için şükretmektir.

Türk olmak, medeniyetler mezarlığı Anadolu'da dik durabilmektir.